15 Eylül 2009 Salı

İzmir-Istanbul-Singapore-Batam-Padang-Pagang-Bungus Beach-Lost Island


Bora benim çocukluk arkadaşım.


Ziya ile ben voleybol oynarken tanışmıştık.Aslında Bora'da Ziya'nın arkadaşıyıdı.Üçümüzde ayrı okullarda okuyorduk. Bu iki adam o zaman kız arkadaşlarını bizim eve getiriyorlardı.

Ziya ile Bora tanıdığım günden beri otostop ile seyahat eder sonra da ballandıra ballandıra anlatırlardı.

Hepimiz aynı ağaçta ayrı dallarda yaşayan yapraklar olsak da ,üniversite hayatı,askerlik,iş denen o anlamsız ve çılgın rüzgarlar hepimizi bir yerlere savurdu. Sadece isimler ve yaşanılan anılar kaldı aklımızda.

Ama bir Pazar sabahı Güzelbahçe,Zeytinalanı arasındaki Trabzon ekmek fırınının çıkışında bir de ne göreyim Dr Boraaaaaaaa! Bir birimize sımsıkı sarıldık. O da evlenmiş ve bir oğlu olmuş.Hep beraber yazlığa gidiyorlarmış.Ayak üstü alınıp verilen telefonlar.



Bora'yı özlemişim. Bana göre doğru arkadaşlık uzun yıllar görüşemezsen bile kaldığın yerden devam edebilmektir. Ne şanslıyım ki ben Bora ile böyle bir arkadaşmışım. Sorunlarımın olduğu bir dönemde hadi seyahate gidiyoruz dedi yada dedim. Fark etmez.İşte bir hafta süren seyahatimizde yaşadıklarımız.



13 Şubat
Akşam 19.30'da telefonum çaldı.Baktım Bora'nın eşi Neşe'nin telefonu. Karşımda Bora; Nerdesin?, Ben; Evdeyim, Bora; Geç kalacaksın oğlum ben alandayım. 19.35'te yeğenim Can geldi.Yola çıktık.
Alana vardığımda Bora'yı aramaya başladım.Bulamayınca Neşe'yi aradım.Ben evdeyim dedi.Bora neredeki? Tek bakmadığım yer CIP Lounge! İçeri girmiş olabileceğini düşünerek check-in yaptırmaya karar verdim.Kapıya doğru baktığımda Bora'nın içeriye girdiğini gördüm.Meğerse dışarıda bekliyormuş.Beraber içeri geçtik.30 dk gecikme var.
Bora bana portakal suyu ikram ediyor.Hem de ev yapımı!!! Sonra yanımızda oturan beyfendiden fotoğrafımızı çekmesini istiyoruz. Hiç beklemediğim bir şey yapıyor adam. Önümüzde zeybek usulü diz çöküp fotoğrafımızı çekiyor ve



arkasından "çok güzel oldu " diyip kamerayı Bora'ya uzatıyor. Uçağımız 22.00'de havalanıyor. Havada biraz zıplıyoruz.Bu anlar uçağın en sessiz anları!Nihayet Istanbul'dayız. Bora'nın benimle yaptığı tek taraflı anlaşma sonucu sırt çantasını ben taşıyorum!



Hızla pasaport kontrolü için iç hatlardan dış hatlara yürüyoruz.Uçağımız 208 nolu kapıdan kalkacak. Uçağımızın durumunu kontrol etmek için elektronik bilgilendirmeye bakmaya gidiyorum. Salona gidiniz yazıyor. Bora ısrarla YKB lounge gitmek istiyor.



Ben ise geç kalacağımızı söylüyorum. Neyse sora sora lounge bulduk. Yer bence hayal kırıklığı.



Dergilerdeki görüntüsü daha güzel. İkram çok zayıf.Hemen geri dönüş yapıyoruz.Bora uçağımızın 23.45'te olduğuna ikna olunca ilginç bir koşu yöntemi ile 208'e kadar koşuyor.



Herkes uçağa geçiyor.



Yerimize oturduk.



Bora'nın koltuğu yatmıyor. Bir görevliye sert bir şekilde sorununu dile getiriyor. Bayan yerimizi değiştirdi. Bora'nın keyfi yerine geldi.



Müzik,filim derken uyuyoruz.



Aslında Bora uyuyor. Benim ilk uzakdoğu seyahatim.



14 Şubat
Dokuzbuçuk saatlik bir yolculuktan sonra anonslar eşiliğinde güzel bir iniş yapıyoruz. Arkamızda iki Türk kızımız var. İnmeye yakın kızlardan güler yüzlü olanı Singapore hakkında bilgi istiyor. Asık suratlı olan ise bize soru sorulmasını istemiyor gibi.O evrendeki tek Türk olma arzusunda! Biz kısaca bilgi paylaşımında bulunuyoruz. Bora bir hafta Singapore'un sıkıcı olacağını Malezya yada Tayland'a geçmelerini öneriyor.Asık surat sokak sokak gezeceklerini söylüyor. Kızlar bize iyi tatiller bile dilemeden ayrılıyorlar!



Uçaktan çıktıktan sonra orkideler ile karşılandık.



Neyseki çantalarımız arka arkaya geldi. Önce ben free shoptan içecek bir şeyler almaya karar verdim.



Sonra da danışmaya uğrayıp Carlo'nun evine nasıl gidebileceğimizi öğrendik.



Bora sigara içmek için dışarı çıktı. Ben havadaki nemin yüzüme çarpması ile içeri döndüm. Hemen metroya indik.



Metro Avrupa'da gördüklerimden daha temiz. Körler için bastonları takip edebilecekleri tırtıllı bir zemin var.



İndiğimiz durakta Carlo'yu aradım. 10 dk sonra geleceğini söyledi.Bu gün sevgililer günü olduğu için bazı kızların elinde buketler gördüm.Bizdeki gibi geleneksel olarak kutlanmıyormuş.



Carlo 15dk sonra geldi.Bir taksi ile evine doğru yola çıktık. Bora yürümek istedi!



Panamalı bir kardeşimiz.Bir yazılım şirketinde güvenlik programı yazıyormuş.Bizi güzel bir siteye götürdü.



Evde kız arkadaşı (eski kız arkadaşı) Cathline ile tanıştık. Bir süre sonra ona Boss demeye başladım.Çünkü dediğim dediklerden...Bende free shoptan aldığım whiskyi içmek için çıkardım.Her yerde bulunmuyor ancak tavsiye ederim.





Biraz sohbetten sonra havuza giriyoruz.Uzun yolculuktan sonra süper geldi yüzmek.Bir süre sonra Yeni Zellandalı Rob,İsviçreli Andreas ve onun Endonezyalı kız arkadaşı Sophia ile tanıştık.





Yemeği Çin Mahhalesinde yemeye karar veriyoruz.İki taksi çağırıp hep birlikte yola çıktık.






Bizi oranın en lezzetli yerine getirdiklerini söylüyorlar.Oturulacak yer olmadığını görünce doğru olduğunu düşünüyorum.





Hayatımdaki ilk kurbağı bacağını orada yiyiyorum.Çok lezzetli. "Özür dilerim annecim."



Bora buranın hiç de ucuz olmadığını söylüyor.Hatta benim bu insanların parasını da ödeyelim diyince bana pis pis sırıtıyor!



Buradan çıkıp bir Irısh Pub'a gidiyoruz.



Belli ki buraları geceleri hareketli oluyor.Irısh Pub'daki biraları da Bora'cım pahallı buldu.



Eve dönerken bir süre yürüdük.





Etraf çok hareketliydi.Sanırım Carlo böbreğimi yokluyor!!!



Yolda dev yengeçler görüyoruz. Çok lezzetli olmalılar.



Sonunda eve döndük.



Gece aklıma yazılım şirketinde çalışan birinin evinde internet olmama sebebini düşündüm.Sanırım eve iş getirmiyor! Bora'nın uyumam için verdiği mavi hapla böbreğime veda etme düşüncelerimle uyudum.

15 Şubat

Sabah uyandığımda Bora'yı yattığım yerden görebiliyordum. Bir buz küvetinde uyanmadığım için böbreklerimin yerinde olduğuna karar verdim. Yine de elimle kontrol ettim.Her şey yerli yerinde.



Biraz sonra Bora da uyandı.Carlo'da uyanınca bize uçak bileti bakmak için şehir merkezine gittik.



Carlo bizi önce lokal bir yere kahvaltıya götürdü.Motorsiklet kültürü olan yerlere hayranım.





Bu ülkede çabuk doyacağıma karar verdim. Uzun uğraşılardan sonra Padang'dan Singapore'a bilet bulduk. Bora'nın pazarlık şekline şahit oldum.



Umarım bu adama bir şey satmak zorunda kalmam!



Daha sonra ben ve Bora Carlo'nun bize tarif ettiği her türlü elektronik ürünü bulabileceğimiz alışveriş merkezini bulduk.

Bir baktım ki Bora cebinden Bimeks ve Teknosa'nın fiyat broşürlerini çıkardı. Fiyatları kontrol edecekmiş.Çok zamanımız yok.Ben hemen kameramı almalıyım. Çünkü akşam Batam'a giden ferryboat'a yetişmeliyiz. Bora bir arı misali dükkandan dükkana girip çıkıyor.Neyse ben uzun süredir almak istediğim kamerayı alıyorum.Tek fark Nikkon yerine Canon almış olmam.



Bora'yı dinlesem bunu da alamıyordum.
Eve dönmek için otobüse bindik.Yanıma bir bayan oturdu.Ona gülümsedim.Bunun üstüne kadın benden para istedi.Yok diyince amerikan doları da olur dedi.Para vermedim.Ne de olsa Bora ile dolaşıyorum.Carlo evdeydi. Çantalarımızı aldık ve vedalaştık. Artık limandayız ve Endonezya maceramız başlıyor.









Yol yaklaşık bir saat sürdü. Batam'daki pasaport kontrolünde Bora'ya yeşil pasaport yüzünden biraz arıza çıkardılar.Neyseki problemi hızla çözdük. Dışarıda bizi bir yerlere götürmeye çalışan insanlar var. Birde anlaşabilsek! Bora limanda çalışan biri aracılığı ile taksicinin bizi ucuz bir hotele götürmesini istiyor.Taksiye bindik.Çünkü toplu taşıma aracı yok burada.Yoksa tahmin edildiği gibi taksiye binemeyiz! Taksi bizi inanılmaz kötü bir sokağa getirdi.Taksici Bora'yı iyi anlamıştı.



Bora ben odalara bir bakayım diye otele girdi.Bende çantaları beklemeye koyuldum.Bu ara etrafta bir sürü motosiklet dolaştığını fark ettim.Önümde bir motosiklet durdu.Adamın yüzünde aptal bir gülümseme. Bana bin gibi işaretler yapıyor.Bende motosikletçiyim ama bu şekilde evrensel bir motosiklet kardeşliği olmamalı diye düşündüm. Neyse adam gitti.Bora döndü.Oteli beğenmemiş. Buna ben bile şaşırdım. Karşıdaki otele yürüdü.Biraz sonra geri döndü ve burasının odaları daha iyi dedi. Ben odalarda hamamböceği yok değil mi dedim.Yok dedi. Resepsiyonun önünden geçerken yerde ters dönmüş hamamböceğini gösterince



bana "mücadele ediyorlar işte" dedi! Odaya girdik. Burada ne işim olduğunu düşünmeye başladım.



Eşyaları bıraktık ve yemek için düştük yollara.Sonra dışarıda gördüm ki motosikletliler taksi görevi görüyor.Kardeşlik yokmuş yani!
Genelde sokaklarda kurulmuş lokantalar var.Bulaşık ortadaki bir leğende tabağı bir yandan sok bir yandan çıkar ve kurulamaya bırak usülü yıkanıyor.Hijyen hat safhada yani.



Bora ya beğenmedi yada daha beterini arıyordu!Dış kapısında bir bira reklamı olan kapıyı göstererek buraya bakalım dedi. Umutsuzca içeri girdim. Bulunduğumuz yeri düşününce burası bir sinema karesi gibiydi.İçeride Avusturalya'lı bir gurup vardı.Bir kısmı barda oturuyor bir kısmı da bilardo oynuyordu.



Bar'ın adı "Oak Club"Bir inşaat şirketinde çalıştıklarını öğrendim.Burda yiyelim dedim.



Bora istemiye istemiye benim sandviçimi paylaştı.Dışarı çıktığımızda ise ödediğimiz 12.-usd çokluğundan bahsetti durdu.
Biraz daha sokaklarda dolaştık ve açık bir manavdan tropikal meyveler yedik.Tatları muhteşemdi. Odaya döndükten sönra havlumu yatağın üzerine serdim. Uyumadan biraz sohbet ettik. Bora'ya istediği takdirde yemeklerimizi ayrı ayrı yiyebileceğimizi söyledim.Oda serzenişinden dolayı özür diledi. Sonra bir birimize birer aşk hikayesi anlattık ve uyuduk!


16 Şubat


Sabah 07.00'de alarm ile uyandım. Ter içinde kalmışım.Hızlı bir duşdan sonra bu odadan kurtulma sevinci ile kendimi dışarı attım. Dün akşam konuştuğumuz gibi Batam'dan Padang'a uçakla gideceğiz. Yol yaklaşık 1-1.5 saatmiş.Akşam barda tanıştığım Avusturalyalı uçmak dışında başka bir alternatifi düşünmenin çılgınlık olduğunu söylemişti." don't even think about it!" Ama dışarı çıktıkdan sonra Bora sanırım akşamki 12.-usd unutmamış olmalı ki hadi feribotla geçelim dedi. Aldığı bilgiye göre yol iki saat oradan da otobüs ile beş saat imiş.Bana hem de ülkeyi görmüş oluruz dedi. Biraz canım sıkılsa da bu işe ülkenin bir bölümünü görmek hiç de fena fikir değildi. Feribota yetişmek için bir taksiye bindik.Burada motosiklet yaşamın bir parçası olmuş. Ama trafik bir felaket!



Feribot'a son dakika yetiştik. Yine ortalıkda çantamızı elimizden almak isteyen ve malesef ne dediklerini anlamadığımız bir sürü insan var.



Feribot küçük ama hızlı.



Bu sevindirici. Hava inanılmaz puslu. İki saat geçmesine rağmen ortalık da hiç bir şey göremeyince Bora ile göz göze geldik.



Suçlu bir kedi gibi bana yolun 6-7 saat sürdüğünü öğrendiğini söyledi. Yıkıldımmm! Ondan sonra kendimi fotoğraf çekmeye ve bir süre Bora ile konuşmamaya karar verdim.



Bu ara bot arasıra bir yerlerde durup yolcu alıyordu. En güzel anlar sanırım bunlardı.Çünkü hem sevinci hem de üzüntüyü bu terminallerde yaşayabilirsiniz.Bazıları kavuştuğu için sevinir.Bazıları ise ayrıldığı için üzülür. Bir de bir çift çocuklarını bıraktıkları için çok hüzünlüydüler.



Ama zaman her şeyin çaresi.Bir süre sonra aynı çift neşelenmişlerdi.



Sanırım Bora'da yolun uzun olmasından sıkılmıştı?



Bir süre sonra yolcular ile kaynaştık.



Yol uzun olduğu için bir süre sonra karnım acıktı. Bora bize yemek sipariş etmiş.Bir mola noktasında elinde bir torba ile geldi. O kadar acıktım ki yediğimin ne olduğuna aldırmadan yedim!



Bazı yerlerde feribottan inenler yine başka bir botla yollarına devam ediyorlardı!



Bu adam her yerde her şekilde uyuyor.Ona imreniyorum.





6 saat sonra Duma diye bir yere geldik. Feribottan indikten sonra bir süre sallanarak yürüdüm. Çıkışta dışarıda bir sürü insan çığırtkanlık yaparak bizleri kendi araçlarına götürmeye çalışıyordu.Polisde ellerinde taşıdıkları kızılcık sopaları ile taşkınlık yapıp yolu kapayanların icabına bakıyordu. Hiç yabancı bir sahne değil! Dışarı çıktığımızda kalabalık bir gurup etrafımızı sardı..Bizi kendi araçlarına bindirmek istiyorlardı.Bunu yaparken hep bir ağızdan bağırarak konuşurlarken,Bora seyahat tecrübelerine dayanarak(en azından ben öyle sandım) garip bir çığlık ile adamları susturdu.Biz kesinlikle bu ülkede yabancıydık. İlk defa kendimi yabancı hissettiğim bir ülkedeydim! Sonunda birileri anlaştık.Adam bizi Padang'a götürüceklerini ve araçlarının Mersedes olduğunu söyledi. Satın alma müdürümüz Bora pazarlık yaparak kişi başı 110.000R anlaştı. Bizim dışımızda bir de Belçikalı Paul adında biride aynı yerde beklemeye koyulduk. Adamlar paralarını istedi ama Bora aracı görmeden para ödemeyeceğini söyleyerek içecek bir şeyler almaya gitti. Bu ara adamlar yanıma gelerek bizi 100.000.-R götüreceklerini söylediler.Geldiğinde Bora'ya söyledim.Yüzünde bir gülümseme belirdi.Adamlar yaptığım sohbet sırasında yolculuğun beş saat değilde 14 saat olduğunu yazmışmıydım!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Sonunda 70'li yıllardan kalma Mercedesimiz geldi!



Bora adamlara biraz sitem etti. Ama başka seçeneğimiz yoktu ve binmek zorunda kaldık.Moralim sıfır!



Çünkü uçakta olsaydık çoktan varacağımız yerde olacak ve şuan yüzüyor olacaktım! Bizim trafiğimiz ile Almanya'da ki trafik ne ise Endonezya ile Türkiye'nin trafiği de o dersem burayı daha iyi tarif etmiş olurum ve abartmış olmam.Kimsye bu tip ülkelerde bu kadar uzun otobüs yolculuğu tavsiye etmiyorum.Bakın biz ettik siz etmeyin diye yazıyorum bunları.
Bu adam neden sırıtıyor?



Her molada ilgi odağı biziz. Herkes bizi süzüyor.



Bu çocuk çok şekerdi.Gelip elimi öptü.Ben de ona harçlık verdim.Bora yine pis pis sırıttı.



İnannılmaz dar ve virajlı yollardan geçtik.Kendimi oyalamak için motosiklet kullandığımı hayal etmeye çalıştım.Bu ara ülkeyi görürüz diyen arkadaşım kesintisiz 10 saat uyudu!



Uyandığında gördüklerimi ona anlattım. Yolda polis kontrolü vardı. Bizim otobüsü de durdurdular.



İnanılmaz bir kuyruk oluştu. Ben bir suçluyu aradıklarını düşündüm önce. Zaten Belçikalı Paul hakkında seri katil olduğu yönünde şüphelerimiz var!



Sonra tüm arabaları serbest bıraktılar bizim şöförün ehliyetinde yada aracın evraklarında bir sorun olduğunda yolda bir tek biz kaldık.



Bu ara polisin karşı şeritten geçen araçlardan çak bir beşlik pozisyonunda tüm araçlardan rüşvet aldığını gördüm. Yolun devamında uyumaya çalıştım ama mümkün değil. Ancak Bora annesinin dizinde uyuyormuş gibi mışıl mışıl uyuyor. Bu beni daha da sinirlendirdi. Sabah doğru Padang'a bir saatlik yolumuzun kaldığı bir yere geldik.Buradaki mimari çok değişik. Bu yapıları koruma altına almışlar.




17 Şubat

Sir Bora sonunda uyandı.



Sanırım gelişmemiş ülkelerin ortak sorunlarından biri cahil cesareti!



Sabah'a doğru nihayet Padang'a geldik. Büyük bir şehire benziyor.Ancak yolda hiç deniz görmemiş olmamdan dolayı daha da yolmu gideceğiz tedirginliği yaşıyorum! Buralarda bir turizm danışma bürosu varmı derken ileride bir tabela görüyorum.Yaşasın! Turizim bürosu az ilerimizde.Çantaları yüklenip içeri giriyoruz.İçerisi kütüphane sessizliğinde.Göz göze geldiğimiz insanlar gülümsüyor.Ancak yanımıza gelen kimse yok. Yaklaşık 15 dakika bizimle konuşacak birilerini arıyorlar. Sonra yanımıza başı örtülü genç bir bayan geliyor.



Ondan bazı faydalı bilgiler alıyoruz. Sonra o gün orada tesadüfen bulunan bir tur rehberi ile karşılaşıyoruz. Adı Guru. O da bize nereye gidip nerede kalacağımız ile ilgili bilgiler veriyor.



Ama hep bir gizem var. Canım sıkılıyor. Başta adamın samimiyetine inandığım anda ona çantamda guru yazılı tişortumu vermeye karar veriyorum.Ama sonraki halleri benden sadece nazar boncuklu bir anahtarlık almayı hak ediyor.Para bozduracağımız yeri öğrenip yola koyuluyoruz. Buradaki dolmuşlar inanılmaz.Yüksek sesli disko müziği çalıyorlar ve araçlar gerçek tuning görmüş.



İleride bir banka gördüm. Bora ile oraya doğru yürümeye başladık.



Aklımda palmiyeler,beyaz kumlar,turkuaz rengi bir deniz hayal ederek bu kalabalığı görmezden geliyorum. Bankaya girdik.Herkes bize bakıyor.Biz resmen turistiz yaw! Neyse bankoya yanaşıp ikiyüz amerikan doları bozdurmak istediğimi söyledim.



Önce bankodaki memur paraları inceledi,sonra diğeri ve bir diğeri daha. Sorunun ne olduğunu sordum.Hiç cevap yok.Aynı zamanda sessizce kibar olmaya çalışıyorlar. Baktım ki birini daha çağırıyorlar zıvanadan çıktım.Paramı geri istedim. Bu uzun yorucu yolculuğun arkasından buna katlanamayacağım. Arkamdan Bora'nın seslenmelerine rağmen kendimi dışarı attım.Başka bir banka bulmam lazım.



Yolda yürürken Bora bir sokak satıcısında karnımızı doyurmayı teklif etti.Ama ben şuan para bozdurup bu kalabalık yerden(kızılay meydanı gibi bir yer) kurtulmak istiyorum.



Kendisine beni burada beklemesini söyleyip banka aramaya gidiyorum. Bir süre yürüdükten sonra ileride bir banka gördüm. Burada bir müşteri temsilcisinin yanına oturtular. Para bozdurmak istediğimi söyleyip 200.-usd kendisine verdim. Bu ara yan masadaki bayan nereli olduğumu ,nereden gelip nereye gittiğimi sordu. Biraz sohbet ettik. Benim paralar yine ortalıkda elden ele dolaşıyor. Bu duygu çok utanç verici. Yine ayağa kalkıp problemin ne olduğunuı soruyorum.Para ile yanıma müdüre hanım geliyor. Paralardan bir tanesini bozacaklarını bir diğerini bozamayacaklarını söylüyor.Nedenini sorduğumda da 100.-usd birinde seri 2001 yazıyor! O yüzden bozmuyorlar. En azından nedenini öğrendim. Cüzdanımdan seri 2006 verdim.Bu dakikadan sonra bile yarım saat bürokrasi ile uğraştım. Bankadan herkes ile samimi olmuş bir vaziyette kapıya kadar eşlik edilerek uğurlandım. Döndüğümde Bora bıraktığım yerde idi.Endonezya'ya gideceklere uyarı dolarlarınızın seri numaralarına dikkat edin.Gerçi bu sorunu sadece bankada yaşadık.

Sırt çantalarımızı yüklenerek geldiğimiz yöne doğru yürümeye koyulduk.Güzergah Bungus Beach! Uzun bir yolculuktan sonra Bora'da Bungus Plajına taksiyle gitmemize itiraz etmiyor. Ancak tabi pazarlığı o yapacak.150.000.-R başlayan pazarlık 80.000.-R (6 usd)bitiyor.Yol Hisarönü'nden,Selimiye'ye giden yola benziyor(daha virajlısı).Guru bize iki yer tavsiye etmişti. "Losmen Carlos" ve "Tin Tin".Biz yine plaj boyunca dört yere bakıyoruz.Taksicimiz bize çok yardımcı oluyor.



Losmen kötüler içinde en iyi olanı. Zaten böyle uzun bir yolculukdan sonra burası Four Season hotel benim için.Hemen mayolarımızı giyip kendimizi kıyıdan ağ çeken balıkçıların arasından denize atıyoruz.Sonra ben uyumaya gidiyorum.Gece Losmen'in barında Hawaii li Dave ile tanıştım. 60 yaşlarında.Akvaryum balığı işi yapıyormuş.Bu bölge bu iş için bir cennetmiş.Yılın 6 ayı burada 6 ayı da Japonya'da yaşıyormuş.3 kez evlenmiş.Şimdi 36 yaşında çok güzel bir sevgilisi varmış ve birlikte yaşıyorlarmış.Adam bana yinede çok yanlız geldi.Kimsesi yok gibi.HAfif bir şeyler yiyip biralarımızı içtikten sonra Dave'e veda ediyoruz.Yatakda uyumak bir nimet.Yatak iki kişilik ve cibinlikli! Gece cibinliğin romantizm yaratsın diye değil dışarıda bizi yemeye çalışan yüzlerce sivrisinek için konduğunu öğreniyoruz. Zaten Bora ile nasıl bir romantizm olur ki.Gece ikimizin horultusundan mı yoksa cibinliktenmi bilinmiyor.Hiç yara almadan uyanıyoruz.


18 Şubat


Bu sabahki plan Carlos'un bizi adalara götürmesi.Bazı adalarda kalma imkanımızda varmış ama biz görmeden karar vermek istemiyoruz. Buraların piyadesi bizim piyade sallarımızdan çok farklı.Sanırım Hint Okyanusunda olunca bu tür katamaran dizaynında denge çubukları şart oluyor. Carlos bize bir kaç ada göstereceğini söylüyor. Ben buna çok sevindim.Bora adama ekstra para ödemeyeceğimizi duyunca o benden daha çok sevindi. Bu sevinçle nihayet teknemizde yol alırken eziyet ile geçen yolculuktan sonra şuan bulunduğum ortamın keyfi anlatılmaz. Gerçekten her güzel şey için bir eziyet hep var mı?


İlk durduğumuz adada bir adam ve bir sürü kız görüyoruz. Aklımdan önce eşi ve çocukları fikri geçiyor. Sonradan öğrendiğimize göre kızlar sabah erken saatde balığa çıkan balıkçıların kızları ve eşleri. Adam ise nöbetçi olarak orada.Ne hayat...Bizim için anlatılması zor bir güzellik onların yaşam alanı. Ama çok fakirler. Belki de ben öyle sanıyorum. Aslında oradaki hayatı yaşayabilmek için para kazandığımız düşünülürse bir paradox içinde olduğumuz da düşünülebilinir. Burada bir süre deniz kabuğu ve kırılmış mercan parçaları topladıktan sonra Bora ile bir birimize bakıp eski türk filimi mizanseli canlandırıyoruz. Hava çok sıcak ve yanmamak için uzun kollu tişortla yüzüyorum. Carlos'un işareti ile bir başka adaya gitmek üzere yola çıkarken adadakiler ile vedalaşıyoruz. Şimdi gideceğimiz ada Pagang'mış. Buraya yaklaştığımızda bizi önce Palmiyeler selamlıyor. Adada bir sürat motoru dikkatimi çekti. Bir gurup dalıyor. Kıyıya yaklaştık. Denize yaklaşık 30 metre mesafede 5 adet bungalow var. Sadece bir alman çift kalıyor. Hemen bize hindistancevizi ikram ediyorlar. Çok lezzetli.Dış kabuğunu kaşık olarak kullanabiliyorsunuz. Yazarken ağzımın suyunun aktığını itiraf etmeliyim! Bu adada biraz daha fazla zaman geçirdik bu ada da yüzdük,güneşlendik ve deniz kabuğu topladık. Ada çok hoşumuza gitti. Sanırım kalacağımız yeri de bulduk. Carlos bir ada ziyareti daha yapacağımızı söyleyerek toplanmamızı istedi. Bu ara Carlos'un bayan bir misafiri var. Sanırım aslında bizi değil de onu gezdiriyor. Son adamızda da yaptıklarımız farklı değil. Karanlık basmadan geri dönüyoruz. Sivrisinekler bizi bekliyor olmalı.Onları daha fazla bekletmeyelim.

Odamıza geri döndük. Üstümü değiştirmek için yatağa oturdum.Çantamdan çorap arıyorum.Elime gelen bir çorabımı çıkardım.Açtığımda bir de farkettim ki bu oğlum Andrew'un çorabı.Bana her seyahate gittiğimde bir oyuncak verir. Şuan aynı evde oturmuyoruz. O yüzden bu seyahate çıkarken bu rituel gerçekleşmedi. Ama çoraplarımın arasına karışan çorabı işte benim yanımda...Kokladım ve iki oğlumuda çok özlediğimi hissettim.

Akşam barda Dave ile sohbet ederken sivrisineklere karşı etkili bir üründen bahsediyor. Hemen bakkala gittim. Adamlar bizdeki sakız gibi tezgahın en önünde bunlardan satıyor. Bir kaçtane aldım bunları odada yaktım. Umarım buralarda sıtma olmam diye içimden geçirerek yemeğe gittim. Dave yine bıraktığım yerde.Ne yanlız bir adam! Yanına oturdum. Biralarımızı içerken Carlos'un kızkardeşi bize yerel bir yemek getirdi. Sarmaya benziyor. Ben nasıl yenildiğini düşünüyordım ki Dave hemen bir tanesini ağzına attı.Garson çocuk bizim aramızdaki adı ile "hadi gel oğlan" Nekki,Dave durdurup bambu yaprağını soyması gerektiğini söyledi. Dave'in o andaki surat ifadesi anlatmam zor. İlk sorduğu şey ölürmüyüm oldu. Buna çok güldüm. Bu ara ben tabi her zaman yediğim bir şeymiş gibi bambu yapraklarını soyarak yedim.Bora geldikten sonra balık sipariş etti. Ancak buralarda ızgara bilmiyorlar.

Akşam değişikli olsun diye Padang'a gitme kararı verdik."Hadi gel oğlan" Nekki bizi gece hayatı ile tanıştıracak.Ancak o biraz oyalanınca ve Bora pazarlıkda anlaşamayınca sanırım biraz da yorgunlukdan bundan vazgeçip Singapore'u terkederken aldığım Whiskymizi açıp çok güzel sohbet ediyoruz. Yine yağmur yağmaya başladı.Umarım yarın adaya giderken yağmaz diye düşünerek uyumaya gittik.O an çocukken yağmurdan korkutulduğumu düşündüm."Yağmur yağıyor,ıslanırsın" Başımı yatağa koyarken yağarsa yağsın diyerek gözlerimi kapadım. Aniden bir çığlık sesi ile irkildim. Dışarıda o güne kadar duymadığım ne olduğu ile ilgili en ufak bir fikrimin olmadığı bir canlı var. Hayret Bora'da uyandı! Yaratığın her çığlık aralığı 10-12 sn arası sürüyor ve inanılmaz çınlıyor. Baktım İndiana Jones Bora'nın yatakdan çıkmaya niyeti yok. Dışarı ben çıktım. Biraz keşif yaptıkdan sonra bunun 15 cm boyunda garip çirkin bir böcek olduğunu keşfettim. Eminim o da benim hakkımda aynı şeyleri düşünüyordu. İşte bu yüzden yerde bulduğum sert bir cismi ona fırlattım.Skor onu vurdum. Ancak zırhı sert olmalı ki sadece oradan uçarak uzaklaştı.Odaya geri döndüm. 300 spartalı edasında sadece karın kaslarım eskisi gibi değil.


19 Şubat


Bu sabah Pagang adasına doğru yola çıkıp orada kalacağız. Eşyalarımızı topladık. Yolda çok güzel bir adada durduk. Harika bir deniz....Hayat bu olmalı.

Burada yaşamak için paraya bile ihtiyaç yok. Bora ile buradan bir ada alalım diyerek Carlos ile konuşuyoruz. 500-600.-€'a ada alabileceğimizi ancak mutlaka bir Endonezyalı aracılığı ile bunu yapabileceğimizi söylüyor. Sanırım kendini tarif ediyorç Adamın suratın da hiç güvenilir bir taraf yok.

İşte Pagang Adasındayız. Alman çift kıyıda güneşleniyor. Eşyalarımızı Bungalow'a bırakıp hemen denize giriyoruz. İşte yağmurda başladı. Yağmurda denizde olmak ayrı bir keyif.

Carlos iki gündür yanımızda gezdiridği Hollandali Mayline ile yine ortadan kayboluyor. Onların her kayboluşunda Bora ile bizden kaçmaz bakışlarımız ile göz göze geliyoruz. Saatin kaç olduğunu bilmiyorum ama Carlos,Mayline ve Kaptan ile az önce vedalaştık. Yarın bizi 16.00'da gelip alacaklar. Bora'nın gelip gelmemeleri umrunda değil. Ama ben uzaktan "see you tomorrow 4pm" diyerek vedalaşıyorum.

Bora'nın gereksiz pazarlığı yüzünden akşam yemeğimiz yok,sabah yok,öğlen yok. Sanırım Monk olmak için bir başlangıç olabilir.Aslında Bora'ya da haksızlık etmek istemem.Bisküvi almış.Gözlerim doldu. Carlos bize giderken muz bıraktı.Bora tüm seyahat boyunca bu muzu Türkiye'de butik muz olarak satıp satamayacağımız ile ilgili konuşmalar yaptı. Turşu büyüklüğünde ve çok lezzetli.

Yıllardır satış işinde olan biri olarak konu ile ilgili yorumum bunları muz diye satamayacağımız! Çünkü algı satışda çok önemlidir. Muz diyence herkesin aklına gelen resim ile bu çok farklı. Yani insana "bu mu muz" dedirten bir soru oluşturur. Ancak ismini değiştirir o aileden diye anlatırsanız. Algı bildiğimiz muzdan çıkar. İş kendini lezzete bırakır ki yediğim en lezzetli muz buydu.Dönelim adaya....Bora saat 4 ve 24 saatlik ada maceramız başladı dedi.

İlk iş snorkel ile dalmak. Wow sanki akvaryumda yüzüyorum.Rengarenk bir sürü balık. Dave'in neden burada olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bu ara balıklarda en az benim kadar meraklı. Yakınımdan levreğe benzeyen sürüler geçiyor. O an ilkel beynim "keşke zıpkınım olsa" diye iç geçiriyor! Bu durumlarda onları görmezden gelip renkli balıkların peşinden gidiyorum. Çok güzel vakit geçirdim. Oda da ki ilkel banyodan sonra kumsalda biraz fotoğrafçılık oynadım.Aldığım kamera neredeyse bana hiç bir iş bırakmıyor.Ada da akşam olmaya başladı. Yemek yok derken adadaki iki çalışan bize yemek getirdi. Burada pilav dışında bir beklenti yok. Açlığa hazırlanırken pilav ve yanında Bintang birası... Süper hayatımız var. Ben bunları yazarken fotoğrafçılık oynama sırası Bora'da.

Alman komşularımız ile uzaktan birbirimize gülümsüyoruz. Ben bu kız neden iç çamaşırları ile dolaşıyor derken kimbilir onlarda belki bu adamların burada ne işi var. Ne güzel tüm ada bizimdi diyorlardır. Akşam yemek saati jenaratör ile elektrik sağlıyorlar bungalovumuza. Bence hiç ihtiyaç yok.Neyseki iki saat sonra yine karanlıkdayız. Bu ara komşularımız müziğin bizi rahatsız edip etmediğini soruyor. Kibarız ya "etmiyor" diyoruz. Kalan whiskymizi bitirdik. Sabah 05.00te gözlerimi açtım. Temiz hava insanı dinç yapıyor geyiği aklıma geldi. Ancak bu temiz hava sadece beni dinç yapıyor herhalde.Bora'da çıt yok.Demek ki konu temiz hava değil. Okuduğum bir kitapta "saat kaçta uyanırsak uyanalım uykumuz yok ise vücudumuzu uyumak için zorlamamamız gerektiği" aklıma geldi. Bende uyandım.Günün biraz daha aydınlanmasını bekledim.Fotoğraf için ışık lazım. Dışarı çıktım.Etraf o kadar sessiz ki...Hava bulutlu dışarıda aradığım ışık yok. Ama yine de fotoğraf çekeceğim. Mutlaka eğitim almak istediğim bir şey bu...Hava aydınlanınca denize girmeye karar veriyorum. Deniz bir harika.Balıklar neşeli bu sabah.

Komşularımız da uyandı. Dünya turu yaptıklarını öğrendim.Kız bir diş hekiminin yanında hemşire,oğlan ise para makinesi tamir ediyormuş.Üç aylık bir izin organize etmişler. Bora bu tip biletlerin satıldığını söyledi.Fiyatları da çok uygunmuş.

Adadaki çocuklar kahvaltının hazır olduğunu söyledi. Açıkçası beklentim yumurtalı pilav gibi bir şeydi. Neyse ki sade pilavmış!

Ada hayatı çok ilginç.Neredeyse yapılacak hiç bir şey yok.Sadece öğrenmeniz gereken tek yetenek aylaklığı biliyor olmak.Bunun için hiç bir şeye ihtiyacınız olmadığını düşünmeyin. Hani eskiden izlediğimiz kovboy filimlerinde ( kendi yaş gurubumdan bahsediyorum ) duvar kenarında o meşhur büyük şapkaları ile oturan meksikalılar vardı. O şekilde uyuyor yada siesta yapıyorlardı. Ben ada da bunun bir özellik olduğunu öğrendim. Benim gibi hayatı boyunca çalışmış yerinde duramayan biri için bu çok zordu. Bora'ya bundan bahsettiğimde bana "Aylaklığa Övgü" kitabını tavsiye etti. Dönünce mutlaka okuyacağım.

Öğlene kadar denize girdik. Hamak da uzandık. Deniz kabuğu topladık.

Öğlen yemeğinde ne olduğunu artık yazmayacağım. İki gündür buradayız ve Bora artık denizde daha çok zaman geçiriyor. Benim anlayamadığım neden hep aynı bölgede dönüp durduğuydu. Çıktığında yanıma geldi ve aşık olduğunu söyledi. Buna şaşırmalımıyım? Hayır. Ada hayatı bizi şimdiden kendi gizemine çekmeye başlamışdı işte. Bora kıyıdan 10 metre uzaktaki mercan kayalıklarında dolaşan bir aslan balığına aşık olmuştu. Sabah akşam aynı yerde. Yine böyle bir zamanda yanıma geldi çok üzgün Bora'nın aslan balığı yok. O da kendini temizliğe verdi. Bahçedeki çiçeklerin üztüne tişörtlerini astı. "Çiçek gibi temizlik ben buna derim işte" Adanın arka kısmına çıkan tepeye tırmanmaya karar veriyoruz. Boranın terliği yine koptu. Hava çok sıcak ve bu sıcakta tepeye çıkmak çok akıllıca değil. Neyseki tepeye çıktığımızda manzaranın güzelliği hoşumuza gidiyor. Terli terli denize girdiğinizde aldığınız keyif bambaşka. Sudan hiç çıkmayabilirim. Saat dörde yaklaşıyor. Çantamı toplamak için içeri girdim. Bir süre sonra uzaktan bir tekne belirdi. Bora'ya göstermeye çalıştım ama bana hiç bir şey görmediğini söyledi. Bu serap olamaz değil mi? Neyse ki bir süre sonra tekne daha da belirginleşti. Tekneyi kıyıya çıkardık. Eşyalarımı tekneye yerleştirdim ve kendime rahat bir yer hazırladım. Bora pek ayrılmak istemiyor. Tekneye binmek üzere geldiğinde çantan nerede diye sordum. Aşık demiştim ya! Ada hayatı bana göremi değil mi anlamaya çalışırken tekne kıyıdan ayrılıyor.

Bungus'a dönerken yolda 50-60 tane balıkçı teknesi gördük.Hepsi gece için avlanmaya gidiyorlardı. Her birinin üzerinde yüze yakın projektör var. Amaç gece bunları açarak gündüz hissi yaratmak. Bu hiç de adil bir avlanma şekli değil. Ama bu adamlarda çok yoksul. Umarım bilinçli avlanıyorlardır.

Bungus'a yaklaşırken fortoğraf çekmeye devam ediyorum. Birde meşhur su damlacığı fotoğrafı çekme yarışmamız var. Kıyıya vardığımızda Carlos'a olan borcumuzu ödeyip bu geceyi Pagang'da geçirmeye karar veriyoruz. Çünkü yarın sabah uçakla Singapore'a gideceğiz. Yaşasın uçak yolculuğu. Ancak buradan gitmek için Bora'nın Carlos'un adamı ile yaptığı transfer pazarlığı sonuç bulmuyor ve biz otostop ile gitme kararı alıyoruz. Gitmeden Dave bize akvaryum tesisini gösteriyor. Boraya terlik aldıktan sonra yola çıkıyoruz. Bir kaç denemeden sonra bir dolmuş duruyor ama para karşılığı. 70.000.-R anlaşıp biniyoruz. Ancak adam yoldan da yolcu alıyor ve onlar 2-3.-R ödüyor! Bora bu işe çok kzıdı. Yolda bir bölgeden geçerken ayak ile voleybol oynayan ve bir haylı kalabalık bir gurup gördüm. Keşke seyretmek için vaktim olsaydı. Bu oyun tenis filesi ile voleybol filesi arasında bir yüksekliğe sahip olan bir net ile oynanıyor. Oyuncuların sıçrayıp yan şekilde topa ayak ile smaç vurmaları inanılmaz.

Akşam tavsiye edilen İmmanuel otelde kalacağız. Neyse ki dolmuş bizi otelin önüne kadar getiriyor. Alman komşularımız ile burada da karşılaşıyoruz ancak alman kızı kıyafetli tanımak da zorlanıyoruz!

Bu akşam artık pilav dışında mümkünse deniz ürünleri olan bir yerde yemek yeme kararı alıyoruz. Bir iki mekan baktıkdan sonra Bora'nın istediği oluyor ve onun oturmka istediği yerde oturuyoruz. Balık,yengeç,kalamar ve salata sipariş ettik. Ben karideste yemek istedim. Ancak karides buzluktan çıkınca vazgeçtim.Aşçının yanına giderek balığı ve yengeci nasıl yapacağını anlattım. Çünkü burada sos çok fazla kullanıyorlar. Bu ara dükkanın içinde bir yarış motosikleti var. Kimin olduğunu sorduğumda dükkan sahibinin olduğunu öğreniyorum. Dükkan sahibi ile biraz motosiklet sohbeti yapıyoruz. Yediklerimiz nispeten lezzetli olup (yada her gün pilav yemekden dolayı bunlar bize güzel geldi ) çok ucuzdu. Otele dönerken meyve sularımızı da içtik. Bora ile ertesi sabah bizi otelden alacak bir taksi bakalım dedik. Bu sırada etrafta renkli bir gece hayatı olduğunu genç kızların taksilerin içinde müşteri aradıklarını ve etrafımızı sardıklarını gördük. Hepsine teşekkür edip gönderdikten sonra baktılarki biz kararımızdan dönmüyoruz.Bizi rahat bıraktılar. Bu ara Bora bir taksici ile 80.000.-R havaalanına gitmemiz için anlaştı. Akşam uyumadan sinkov larımızı sürerek uyuduk. Uzakdoğuya giden herkesin bence çantasında olması gereken bir ürün.


20 Şubat



Sabah alarm sesi ile uyandım. Bora'yı uyandırdım. Bu adam gibi uyumak istiyorum. Eşyalarımızı topladık ve otelin hızlı kahvaltısını yaptık.Bora'ya göre nede olsa parasını ödemiştik ve mutlaka kahvaltı yapmalıydık.Otelin önüne çıktığımızda anlaştığımız taksi ortada yoktu. Biraz bekledik ve geç kalmamak için yürümeye ve taksi aramaya başladık.Ben biraz önden Bora'da arkadan yürüyordu. İnsanlar'da işlerine gitmeye başlamıştı. Önümde bir taksi durdu. Şöföre havaalanına kaça gidersin diye sordum. Şöför 70.000.-R dedi. Arkamdan gelen Bora ise 80.000.-R / 80.000.-R diye bağırıyordu. Bora'ya 70.000.-R götürüyor diyince yüz ifadesini tahmin edin bakalım. Ha ha ha. Çılgın adam.


Daha vaktimiz var ama biz Tiger Airways diye bir uçak şirketinin varlığından emin değiliz. İçimden bir 24 saat daha yolculuk yapamayacağımı gerekirse Bungus Beach'de Dave'in yanında çalışırım daha iyi diyerek etrafı inceliyorum. Diyeceğim şudur ki Türkiye'deki motosikletçiler buradakilerden şanslı...Burada her güb yüzlerce kaza olduğundan eminim. Havaalanına geldiğimizde hemen içreri girip bakıyorum ki ne göreyim.Tiger Airways standı karşımızda ve Singapore uçuyor.Buraya kadar her şey mükemmel. Check-in için sıraya girdim. Pasaport ve biletimi yetkiliye uzattım. Kızcağız bilgisayarında ismimi aradı ve bulamadı!!! Ben problem mi var diyince sadece gülümsedi ve çekmecesinden bir telex çıktısı çıkardı.Hala telex kullanılıyormu diye düşündüm. Bende başımı uzatıp kızdan önce kendi ismimi listede gösterdim. İki sayfa arkada da Bora'nın ismi çıktı. Derin bir nefes çekerek bekleme salonuna gittik. Ülkeden çıkarken 75.000.-R ödemeniz gerekiyor.Bora neredeyse para ödeyeceği için ülkeden çıkmak istemedi. Bu gezide pazarlık yapmadan ödediği tek ücret bu oldu. Tabi buna da bozuldu.Küçük bir cafede bir şeyler içtik. Dışarıdaki oturma alanına gidip kendime rahat bir yer buldum. Henüz pasaporttan geçemiyoruz. Bu arada vıdı vıdı yapan ve türkçe konuşan bir bayan sesi ile irkildim. Bu kadar uzakta türkçe duyup bir Türkle karşılaşmak beklemediğim bir şeydi açıkçası. Arkamı dönüp baktığımda vıdı vıdı ile tükenmiş elinde ahşap bir maske taşıyan birini gördüm.Kız belliki çocuğu tüketmiş. Sürekli geç kaldık, uçak kaçtı ve ne yapacağız söylemleri içindeydi.Bora "nereye gidiyorsunuz?" diye sordu. Kız sanki her gün burada Türkler ile karşılaşıyormuş edasında (üstümüze atlamasını beklemiyorduk tabi) Singapore dedi. Uçağın henüz kalkmadığını bizim de aynı uçağa bineceğimizi söyledik. Teşekkür edip çocuğuda sürükleyerek bizden uzaklaştı.Yaw bu kızların nesi var? Bir daha bizimle hiç konuşmadılar! Bora ile arka tarafda iki ayrı pencere kenarında oturuyoruz. Hostes yanımıza gelip öne oturmamızı istedi. Bora upgrade olduğumuzu düşünüp sevinirken bizi acil çıkışa oturttular. Ben rahat oturacağım için sevindim. Bora ise koltuk yatmıyor diye canı sıkıldı.Ancak ben uçakda tek güvenilir tipleriz ve bu görevi bize verdiler diyince hoşuna gitti. Singapore sadece bir saatlik uçuş mesafesinde. Yaptığımız o uzun yolculuğu düşünürseniz bir kez daha sinirlendim ama artık her şey geride kalmıştı. Değiştiremeyeceğim şeyler için kızmanın ve üzülmenin anlamı yok değil mi?



Singapore yaklaşırken denizdeki gemi trafiğini tarif etmek çok zor. İndiğimizde Bora'nın bir kaç fotoğrafını çekiyorum. Bu seyahat ancak böyle bir fotoğrafla taçlandırılmalı.Havaalanında Bora ile ayrıldık. O Carlo'nun evine gidecek ben ise Singapore'u gündüz gözü ile dolaşıp biraz alışveriş yapacağım. Öncelikle sırt çantamı emanete bırakmam lazım. Havaalanı o kadar organize ki burayı bulmak hiç de zor olmuyor. Bir yanım bakir ve ilkel yerleri severken diğer yanım şehir hayatı ve teknolojiye hayran. Havaalanından çıkarken Burger King gördüm. Etrafıma baktım Bora yok. Hemen sıraya girdim ve bir whooper indirdim. Hiç fastfood alışkanlığım olmamasına rağmen bundan çok keyif aldığımı itiraf edeyim.

Metro için bilet aldım ve şehir merkezine doğru yola çıktım. Bu ara telefonumda artık çalışıyor.Bir sürü sms mesajı arasından Couchsurf'de tanıştığım Linda'nın msj okudum. Singapore gelip gelmediğimi soruyor. Kız ben elektronik dükkanlarını gezerken sıkılmasın diye saat 15'te buluşabileceğimizi söylüyorum. Elektronik burada gerçekten çıldırmış. Aklınıza gelen her şey var. Ancak her dükkanda farklı fiyatlandırma gelişmiş denilen böyle bir ülkede olmamalı diye düşünüyorum. Yani burada Teknosa'da pazarlık edemezsiniz yada etmezsiniz. Bora bile etmiyor:). Ama burada edebiliyorsunuz.

Bir süre kendi başıma dolaşıp fotoğraflar çektikten sonra Linda ile buluşma saatimiz geliyor. Bir metro çıkışında buluşuyoruz. Çok genç ve akıllı bir kız. Bana çevreyi gezdirdi ve bir takım bilgiler verdi. Bu arada gördüğüm bir monk beni hayrete düşürdü. Cep telefonu var!

Linda aslen Malezyalı ve son iki jenerasyon Singapore'da yaşıyor.Kendisi bu yıl üniversiteden mezun olup. Tarih öğretmeni olacakmış.Gözlerindeki heyacanı görmeliydiniz. Çok sevimli bir kız. Ülkesini gururla anlatıyor. Ancak şunuda söylüyor burada yaşayan etnik guruplar bir birleri ile pek kaynaşmıyormuş. Böyle modern gözüken bir yerde bu beni şaşırttı. Beni çok kalabalık bir çarşıya götürdü.Neredeyse her şeyin kopyasını bulabileceğiniz bir karmaşadan kurtulmak için bir şeyler yemeyi teklif ettim. Beni götürdüğü yer buraya ilk geldiğimizde Carlo ve arkadaşlarının bizi götürdüğü yer çıktı. Demek ki burası gerçekten meşhur bir yermiş. Giderseniz burayı yavsiye ediyorum. Bir güzel yemeklerimizi yedik. Yemekte din ve kadın hakları ile ilgili bayağı sohbet ettik. Böyle akıllı bir kızın kadın haklarını din inancı ile yok saymasına üzüldüm.Etrafta Bora olmayınca Linda'nın hesabını da ben ödedim. Havaalanında bir arkadaşını ziyaret edeceğini söyleyerek benimle geleceğini söyledi. Birlikte havaalanına geldik. Havaalanı çok kalabalıktı. Ben önce emanetten çantamı alıp, check-in işlemlerimizi yaptırabileceğim bankoyu aradım. Onu da bulduktan sonra sıra Bora'yı bulmaya kalmıştı ki uzakta göründü. Hep birlikte bir kafeteryada oturduk. Ben üstümü değiştirmek için tuvalete giderken bizim iki türk kızımızla da yolda karşılaştım.

Uçuş saatimiz geldiğinde Linda ile vedalaştık. 10 saatlik bir uçuş bizi bekliyor.

THY TK 67 sefer sayılı uçağın personeli harikaydı.Hostes Aysun Toran ve Host Suat Yıldırım bizimle çok ilgilendi. İşlerini severek yaptıkları çok belli oluyordu.

Bora yine uyurken ben filim ve müzik dinleyerek bu 10 saati doldurmaya çalıştım. Bu ara iki türk kızımızla da sohbet ettim. Söyledikleri gibi bir hafta Singapore'u sokak sokak gezmişler!

Sabah saat 05'te İstanbul'a indik. Hava soğuk. İzmir uçağımız 08.40'da free shopta biraz alışveriş yaptık.Burada Bora'da bir şeyler aldı.

Bizi İzmir'de Can karşıladı. Önce Bora'yı evine bıraktık.İzmir üneşli ama soğukdu. Bora ile birbirimize sarılıp vedalaştık. O bu akşam mecburen pilav yiyecek...Benim ise uzun bir süre pilav yemeyeceğim kesin.

Bora ile bir daha seyahat edip etmeyeceğimizi bilmiyorum.Ama çok iyi bir dosta sahip olduğum için mutluyum.



FIN










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder